Hipnozun Klinikte Kullanımı

Bilimsel geçmişi 18’inci yüzyılın sonlarında Mesmer’le başlayan hipnoz, destekleyici tedavilerden davranış değişimine ve dinamik terapiye kadar her türlü psikoterapi yöntemiyle kullanılabilen bir tedavi aracıdır.

Hipnozun terapi yöntemleriyle birlikte kullanımı hipnoterapi olarak tanımlanır.

Hipnozla sağlanan rahatlamanın pozitif etkileri olsa da hipnozun kendisi bir terapi değildir. Hipnoterapiyi, sadece semptomları ortadan kaldırmaya yönelik dolaylı ve dolaysız telkinlerle sınırlı bir eyleme dönüştürmek tıbben doğru olmaz. Hipnoz, ancak psikoterapi bağlamına oturtulursa gerçek anlamda fayda sağlayacaktır. Klinisyen, hipnozu çalışmalarına nasıl entegre edeceğini bilmeli, yeterli deneyim ve kuramsal yaklaşıma sahip olmalıdır. Hipnoz kullanırken psikoterapinin temel prensiplerinden sapılmamalıdır.

Bu yazıda hipnozun klinikte kullanımı, hipnoterapinin esasları derlenmiştir.

Hipnoterapi ya da klinik hipnoz terimi, hipnozun tedavi amacıyla kullanımını ifade etmektedir. Hipnoterapinin özünde hastanın duygu, algı, düşünce ya da davranışlarında değişiklik oluşturmaya yönelik telkinler vardır.

Hipnoz tek başına bir psikoterapi yöntemi olmayıp, terapiyi kolaylaştırma ve hızlandırmada kullanılan bir işlemdir. Hipnoz eğitimi almak ya da hipnoz yapabilmek hipnoterapiyi yürütmek için yeterli değildir. Sağlık bakımı ve tedavisi ile ilgilenen hekimler ve meslek elemanları (örneğin, klinik psikologlar) yeterli eğitimi almak kaydı ile kendi uzmanlık alanlarında hipnozu klinik tedavide kullanabilirler.

Birçok vakada hedeflenen amaçlara hipnoterapi ile süratle varılabilmektedir. Orta düzeyde hipnotize edilmeye yatkın ve sınırlı semptomlar gösteren hastalarda tedavinin etkinliği çok daha yüksektir.

Hipnoz, sembolik süreçlere, anılara ve duygulara hızla erişmeyi sağladığından, dinamik psikoterapinin iki önemli boyutu olan keşif ve açığa çıkarma işini kolaylaştırmakta, bu sayede hızlı bir tedavi gerçekleşmektedir.

Hipnoz, insanlarda bilişsel ve algısal değişimlere yol açarak inanç sistemlerinin değişmesini sağlamakta, bireyin bilinç dışı çatışmalarını anlamasını kolaylaştırmakta, iç görü kazanmasına yardım etmektedir.

Hipnoterapide verilecek telkinlerle belli bir semptomla ilgili rüya görmesi sağlanarak semptomun dinamik anlamı kolayca ortaya çıkarılabileceği gibi, ‘’ Bu konuyu anlamaya hazır olacaksın ve bunun anlamı gittikçe netleşecek’’ gibi bir telkinle hastanın yaşadığı sorunlarla ilgili iç görü kazandırmak da mümkündür. Post hipnotik telkinlerle de seanslar arasındaki sürede tedavinin devamı sağlanabilir. Örneğin, duyarsızlaştırma terapisi uygulanan fobik bir hastaya, gerçek hayatında kaygı verici bir durumla her karşılaştığında spontan olarak rahatlayacağı telkin edilerek tedavide süreğenlik ve hızlılık elde edilebilir.

Hipnoz tedavisinde hastanın hipnoza yatkınlığı, semptomların niteliği ve hem hastanın, hem de terapistin hipnoz kullanmaya istekli olup olmaması sonuçlar açısından çok önemlidir. Yeterince motive olan, sınırları net olarak belli semptomlar gösteren hastalarda en iyi sonuçların alınacağından birçok terapist hemfikirdir. İstisnai durumlar ise her zaman mümkündür.

Hipnoza yatkınlık ve motivasyon, hipnozda başarı elde etmek için iki önemli kriterdir.

Hipnoterapiden en iyi sonucu almak için hastalar hipnoza orta-yüksek düzeyde yatkın olmalıdır. Tüm popülasyonun %10’u hipnoza çok yatkın, %60’ı ise terapiye yetecek yatkınlıktadır. Hipnoterapi almaya çok istekli, tedaviden olumlu beklentileri yüksek kişiler hipnoza az yatkın olsalar bile iyi sonuçlar alınabilir.

Düşük hipnotik yatkınlık hipnoterapi için önemli bir engeldir. Yetişkinlerin %40’ının tedavide hipnoz kullanımını engelleyecek kadar düşük olduğu birçok çalışmada sabittir (Hilgard 1965, Wadden&Anderton 1982).

Ancak hipnozun güçlü bir plasebo etkisinin olması, hastayla terapist arasında hastanın hipnotik yatkınlığından bağımsız güçlü bir pozitif ilişkinin kurulması, bazı hastaların sadece hipnotik ilişki ortamında ortaya çıkan hipnotik yeteneklere sahip olması, bazı hastalar için hipnozun özel öneme sahip olarak olumlu beklentilere girmesi gibi nedenlerle düşük hipnotik yatkınlıklı hastalarda da hipnozu öneren birçok otör vardır (Barber&Calverley, 1964), (Sacerdote, 1982), (Gruenewald, 1982).

Ericksoncu hipnoterapistler ise özel dolaylı telkinler ve doğru hipnotik iletişim ile her hastanın hipnotize edilebileceğini savunarak hipnotik yatkınlığa karşı çıkarlar.

Düşük motivasyon hipnozun kontrendikasyonları arasında sayılsa da hemen vazgeçilmemeli, hastanın ikincil kazanç, ümitsizlik, zorlama nedeniyle terapiye gelme gibi isteksizlik nedenleri ilk birkaç seansta ele alınarak çözülmeye çalışılmalıdır.

Hipnozun tıptaki uygulama alanlarını şöyle sayabiliriz:

Bazı psikopatolojiler hipnoz tedavisine daha iyi yanıt verirler. Nevrozlar, psikofizyolojik bozukluklar, davranış ve alışkanlık bozuklukları, ilişki ve iletişim uyumsuzluklarında tedavi başarısı yüksektir.

Kaygı bozuklukları, fobik bozukluklar, konversiyon ve dissosiyasyon bozuklukları hipnoterapiden en çok fayda gören psikiyatrik bozukluklardır. Obsesif kompulsif belirtilerde tedavi oranları biraz daha düşüktür.

Sigara bağımlılığı, kilo sorunları, uyku bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları ve madde bağımlılığında bilişsel-davranışçı terapilerle birlikte hipnoterapi uygulanmasıyla çok iyi sonuçlar alınabilir.

Birçok klinikte semptom değişimi elde etmeyi amaçlayan kısa müdahalelerle sınırlı hipnoterapi tercih edilse de ego güçlendirici ve uzun süreli tedavi gerektiren kişilik bozuklukları ve uyumsuz ilişki örüntülerinde de hipnozu tedavi planına sokmak doğru olacaktır.

Ağrı bozuklukları, baş ağrısı, akut ve kronik ağrılar, özellikle astım ve alerjik rinit başta olmak üzere solunum hastalıkları, hipertansiyon gibi kardiyovasküler hastalıklar, huzursuz bağırsak sendromu ve peptik ülser gibi gastrointestinal hastalıklar, sedef ve ürtiker gibi dermatolojik hastalıklar, kanser hastalarında ortaya çıkan ağrı, kusma ve ilaç yan etkilerinin giderilmesinde, bazı romatizmal hastalıklarda, bağışıklığın güçlendirilmesinde, cerrahi işlemler öncesi korkuları yenmede, ameliyat sonrası ağrı, bulantı ve kusmaların giderilmesinde, gebelik ve doğum sürecinde, organik olmayan uyku bozukluklarında, diş hekimliğinde ( korku, ağrı, diş gıcırdatma, trigeminal nevralji gibi sorunlarda) hipnoterapi ile olumlu sonuç almak mümkündür.

Hipnoterapi yapılmaması gereken hastalıklar: Organik beyin sendromları ve manik-depresif bozukluk hipnoza uygun olmayan hastalıkların başında gelir.

Organik beyin bozukluğunda dikkati toplamak, yönlendirmek, odaklamak ve muhafaza etmek mümkün olmadığından bu hastalar hipnozdan fayda görmezler. Manik depresif bozuklukta da hipnozun kontrendike olduğunu söyleyebiliriz. Manik dönemde hipnoza girmenin teknik açıdan zor olduğu aşikardır. Ayrıca bu hastaların psikotik düzeye varabilen idealize edici aktarımlara eğilim göstermeleri, hayal kırıklığına ve kırılmaya karşı aşırı hassas olmaları, gerçekçi olmayan beklentilerini hipnozla daha da pekiştirme olasılıkları hipnozdan kaçınmayı gerektirir.

Özel şartlarda hipnoterapi yapılabilecek hastalıklar: OKB, çoklu kişilik bozukluğu, alkol ve madde bağımlılığı, travma sonrası stres bozukluğu ile bazı psikotik ve borderline hastalarda doğru zamanda doğru yaklaşımı uygulamak kaydı ile ve son derece uzman ellerde hipnoterapi uygulanabilir.

OKB’de trans hali bilinmeyene karşı duyulan korkuyu arttırabilmekte, hipnotik telkinler kontrol savaşının bir parçası haline gelebilmektedir. Ancak katı kalıplardan uzak, hoşgörülü bir yaklaşım ile hastanın özerkliği teşvik edilir, duygusal farkındalık ve toleransı pekiştirmeye yönelik gelişimsel bir tedavi olumlu sonuçlanabilmektedir.

Çoklu kişilik uzun yıllardır hipnozun en çok kullanılan hastalıklarından olup, bilinçdışında kalan diğer kişiliklere ulaşmayı ve bölünmüş parçaları bütünleştirmeyi sağlasa da kendisi de bir çözülme hali olan hipnotik trans, bölünmeyi daha da arttırabilmektedir. Yanlış ellerde iki kişilikli bir vakanın 10’larca kişiliğe çıkması mümkündür. Hipnoterapi yapılacaksa bölünmüş kendilik tasarımlarını tutarlı bir içsel tasarım haline gelecek şekilde bir entegrasyon şarttır.

Alkol ve madde bağımlılarında hipnoterapide altta yatan dinamikleri açığa çıkarmak yerine, hastanın duygulanım toleransını artırma planlanmalı, içme dürtüsünü azaltmaya yönelik telkinler verilmelidir. Terapinin odak noktası sadece içme olayı ve duygulara katlanma kapasitesini arttırma olmalıdır.

Travma sonrası stres bozukluğu hipnoterapinin en riskli hastalıklarındandır. Hipnoz hasta için boğucu, korkutucu ve dayanılmaz travmatik deneyime geri dönmeyi sağlayarak hastanın terapiden kaçmasına ya da panik atak yaşamasına sebep olabilir. Bu hastalarda terapötik ittifak kuruluncaya kadar hipnozdan kesinlikle kaçınılmalı, ortaya çıkacak şeylerle baş edebilme kapasitesi arttırılmalıdır. İlave bir grup terapisi yanında yapılacak hipnoterapi, iyi bir tedavi şansı verebilir.

Psikotik ve borderline hastalarda dinamik açığa çıkarma yaklaşımından kaçınmak gerekir. Aksi halde psikotik eğilim yaşamaya yatkın borderline hastalarda geçici epizotlar, şizofreni hastalarında ise dağınık düşünce şeklinin egoya daha da uyumlu hale gelmesi görülebilir. Psikotik hastaların ancak %20 kadarının hipnotize edilebileceği unutulmamalıdır. Bilinçdışı çatışmalarla ilgili dinamik yorum ve aktarımlardan kaçınılmalıdır. Uygun bir hipnoterapi ile duyusal ve imajinal süreçlerle ilgili farkındalık arttırılabilir, tasarımsal bir dünya ve daha bütünleşmiş bir kimlik duygusu geliştirilebilir, gerçek duyguları deneyimleme ve tolere etme kapasitesi arttırılabilir.

Hipnoz kullanıp kullanmamaya nasıl karar verilir?

Tüm hastalıklarda olduğu gibi hipnoterapiye alınacak hasta ile detaylı bir görüşme yapmak tedavinin ilk basamağıdır. Hastanın geçmişi ayrıntılarıyla soruşturulur. Gelişimsel durumu, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde ebeveynleri, kardeşleri, bakıcıları ile yaşadıkları, yetişkinlik dönemindeki ilişkileri (eşi, çocukları, yakın arkadaşları gibi) ve psikodinamikleri hakkında bilgi alınır, bu bilgiler ışığında şikayetleri ve güncel yaşantısı birleştirilerek bir tanı oluşturulur. Hastanın patolojisi yanında güçlü yönleri ve başa çıkma becerileri de dikkate alınmalıdır. Psikodiyagnostik testler ve kişilik testlerinin yapılması doğru tanı ve tedavinin planlanması açısından çok önemlidir.

Sonraki aşamada hastanın motivasyonu ve beklentileri değerlendirilir. ‘’Hipnoza girmeye istekli misin?’’, ‘’ Neden hipnoza girmek istiyorsun?’’, ‘’Hipnotize edilebileceğini düşünüyor musun?’’, ‘’Hipnozdan ne umuyorsun?’’ gibi sorularla terapiye gelinen amaç, hastanın kendine olan güveni öğrenilmiş olur.

Bundan sonra hipnotik yatkınlık belirlenmeye çalışılır. Hipnoza yüksek veya orta derecede yatkın olanlarda daha iyi sonuçlar alınacağında hemen hemen tüm hipnoterapistler hemfikirdir. Erickson, bu konuda farklı düşünmekte olup, herkesin hipnotize edilebileceğini, en azından hipnoterapi alabilmek için eğitilebileceğini savunmaktadır. Stanford Hipnotik Yatkınlık Ölçeği ve Harvard Grup Hipnotik Yatkınlık Ölçeği gibi standartize laboratuvar ölçeklerinin yanısıra klinikte daha sıklıkla standartize olmayan klinik değerlendirme prosedürleri tercih edilmektedir.

Standart ölçekle değerlendirmede tek maddelik ölçekler kullanılarak hızlı bir şekilde, 10 dakikadan kısa sürede değerlendirme yapılabilir. Göz kapanması ya da kol kaldırma testleri bunlar arasındadır.

Daha kapsamlı değerlendirmeler için SHSS’nin A ya da B formu, HGSHS ve daha da geniş değerlendirme için SHSS-C kullanılır. Özellikle klinikte Hipnotik İndüksiyon Profili (HIP), Stanford Hipnotik Klinik Ölçek (SHCS) iyi seçenekler olabilir.

Klinik araştırmalar değil de klinik etkinliğe önem veren terapistler kişiye özel hale getirdiği kendi hipnotik prosedürlerini tasarlarlar. Hipnoz öncesi hastaya hipnozu faydalı bir şekilde kullanabileceğine ikna etmek, hastanın ilgi alanları ve hobilerini içeren telkinlerin oluşturulmasıyla terapötik ilişki çok daha güçlü hale gelir. Telkinleri kolaydan zora doğru ilerleterek başarı ve güven hissi arttıkça daha derin trans oluşur.

Öncelikli hedefimiz hastanın ego gücünü ve öz yetkinlik duygusunu arttırmaktır. Hastanın hipnoz ve hipnoterapi ile ilgili beklentileri, trans hakkındaki tahminleri, indüksiyonda kendisini rahatlatan konuların kullanılması, hastayla hipnoterapist arasındaki iletişimi geliştirmeye yönelik açık telkinler verilmesi, yansıtmalı fantezi telkinleri (büyük bir ormanda keşif, bir adaya düşmek, uçarak özel bir yere gitmek gibi), canlı bir hayal veya hipnozla ilgili bir rüya telkini ve basit post-hipnotik telkinler verilmesi ile bunu sağlayabiliriz. Telkinler sonrası hastanın yaşadıklarını ve duygularını sorarak başarılarını pozitif şekilde pekiştirirsek hedefimize ulaşmış oluruz.

Hipnoterapide en az dört farklı yaklaşım vardır.

  • Semptomatik hipnoterapi: Kaygı bozuklukları, fobiler, konversiyon belirtileri, sigara, alkol ve yeme alışkanlıkları ve psikofizyolojik hastalıklardaki bazı belirtileri hafifletmek, ortadan kaldırmak, transfer etmek veya yerine başka bir şey komaya yönelik dolaylı ya da dolaysız telkinler yapılan hipnoterapi şeklidir. Kısa süreli bir tedavi olup, temelinde öğrenme kuralı vardır.
  • Ego güçlendirici, destekleyici hipnoterapi: Kısa veya uzun vadeli bir tedavi şeklidir. Hastanın gevşeme ve rahatlamasını kolaylaştırarak, öz yetkinlik ve özgüven duygularını arttırarak, bağımsızlığını teşvik ederek çalışılır. Psikanalitik ego psikolojisini temel alan bu hipnoterapi yönteminde dolaylı veya dolaysız gevşeme, özgüven, güç, otonomi ve sağlığı arttırmaya yönelik telkinler verilir.
  • Dinamik hipnoterapi (hipnoanaliz): Hastanın derin dinamiklerine psikanalizden daha hızlı girmesiyle, özellikle kişilik bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu, nevrotik ve psikofizyolojik semptomların azaltılması gibi ruhsal sorunlarda terapiste avantaj sağlayan bir yöntemdir. Hastalar semptomlarının gizli sembolik anlamlarını kolayca ve hızla kavrayabilirler. Bilinçdışı istekler ve o isteklere karşı yapılan savunmalar hasta tarafından anlaşıldığında tedavi gerçekleşmiş olacaktır. İmgeleme ve fantezi, hipnotik rüya, duygu büyütme, yaş geriletme, ideal kendilik tekniği, ego güçlendirici post-hipnotik telkinler dinamik hipnoterapide sıklıkla kullanılan tekniklerdir.
  • Gelişimsel bozukluklara uygulanan hipnoterapi: Nesne ilişkileri, kendilik psikolojisi, duygulanım gelişimi gibi gelişim sürecinin farklı basamaklarını ele alan ve onlarla ilgili yaşanmış gelişimsel bozuklukları ve kesintileri tespit eden bir hipnoterapi yöntemidir. Hasta ile terapist arasında istikrarlı bir terapötik ilişkinin kurulması gereken uzun vadeli bir tedavidir. Şizofreni ve borderline kişilik bozukluklarında kullanılır.

Hipnoterapide belirtiler üzerinden çalışmak:

Semptomlar üzerinde çalışırken hedefimiz belirtileri hafifletmek ya da yok etmektir. Hipnoza yatkın hastalarda dolaysız telkinler ile belirtilerin aniden kaybolması mümkündür. Orta düzeyde hipnoza yatkın kişilerde ise, davranışsal duyarsızlaştırmayla hipnotik imgelemenin birleşimine gidilerek belirtiler azaltılmaya çalışılır.

Bir belirtinin bilinçdışı anlamı, alttaki çatışmaya yönelik öykü, masal, benzetme, espri ve ironilerle dolaylı yoldan gösterilebilir. Semptomun anlamını kavrayan hasta hızla çözümlemeye ve tedaviye gidecektir.

Bazen hastanın terapiye yeterli zaman ayırmaması veya ikincil kazançlar varlığında semptoma neden olan çatışma çözülmekte direnç gösterir. Bu gibi durumlarda belirtiyi tamamen yok etmek yerine kısmen azaltarak rahatsızlık düzeyini düşürmek hedeflenir. Semptomu değiştirmek, semptomun yerine başka bir semptom koymak gibi tekniklerle de bu hastaları tedavi etmek ya da rahatsızlığını en alt düzeye indirmek mümkündür.

Terapiyi planlarken özetle, hipnoza çok yatkın hastalarda semptom ortadan kaldırılma amaçlandığında direkt yönlendirici hipnoz, orta ve düşük hipnoza yatkınlığı olan, kişiliğin yeniden örgütlenmesine ihtiyaç duyulan ya da başa çıkma yeteneklerinin geliştirilmesi gereken hastalara hoşgörülü hipnoz, hipnoza yatkın olmayan ve direnç gösteren hastalara ise Erickson tarzı hipnoz uygulamak genel prensiptir.

Hipnozda terapi şeklini seçmek:

Hipnoterapide bireysel, grup veya aile hipnoterapisi seçeneklerine ve bunların oto-hipnoz eğtimiyle birleştirilip birleştirilmeyeceğine karar vermek gerekir.

Hastanın içinde bulunduğu çevreyi etkilemesi ikinci planda ise bireyin içsel alanına yönelik bireysel terapi uygun olacaktır. Ancak terapötik değişim için durumsal düzenlemelerin gerekmesi halinde aile terapisi gerekebilir. Grup terapileri de kişilerarası sorunların varlığında tercih edilebilir.

Oto-hipnoz genelde hoşgörülü yaklaşımda hastanın sorumluluk duygusunu pekiştirmek ve terapi sonuçlarının kalıcılığını sağlamak için kullanılır. Oto-hipnozda başarı sağlamak için hasta birçok kez hipnoz edilmiş olmalı, hipnozda yaşanan deneyimleri bilmelidir.

Grup hipnoterapileri ise semptoma özel olabildiği gibi, fobiler ve kaygı bozuklukları, madde alışkanlıklarında kullanılan yöntemdir.

Aile içi çatışmalardan kaynaklanan sorunlarda bireysel hipnoterapinin yanı sıra hipnotik aile terapisi de uygulanabilir. Aile üyeleri arasındaki iletişimin gözlemlenerek, aile içi iletişimdeki çelişkilerin tespiti, aile üyelerinin katı roller üstlenip üstlenmedikleri sorunun çözümünde yol gösterici olacaktır. Aile seansları sırasında tüm aileye ya da belirti gösteren aile üyesine dolaylı ve örtülü telkinler verilir. Dolaylı telkin verildiğinde klasik trans indüksiyonuna çoğu kez gerek olmaz.

Çocuk hipnozu:

Öğrenme güçlükleri, davranış bozuklukları, öfke nöbetleri, tırnak yeme, parmak emme, saç çekme, fobiler, utangaçlık, kabus görme, uykuda gezme, iştah problemleri, kekemelik, altını ıslatma tikler gibi sorunlarda çocuklarda hipnoz ile çok iyi neticeler alınabilir.

Çocuklar normal yaşamlarında da bir hayal ortamında yaşadıklarından imgelemeye özel önem verilir. Sahip oldukları geniş hayal dünyası egolarını güçlendirmek ve başa çıkma becerilerini arttırmak için kolayca kullanılabilir.

Hipnoterapist, çocukların farkında olmadıkları ya da yeterince kullanmadıkları bilişsel ve imgeleme becerilerini ortaya çıkarttığında istenilen hedefe ulaşılmış olur. Umut, neşe, samimiyet, sevgi, anlayış ve güven, çocuk hipnozunda başarıya ulaşmanın altın anahtarıdır.

Aynı seansta hipnoterapi ve psikoterapi kullanımı:

En sık yapılan uygulama, önce uyanık halde bir terapi çalışması, ardından trans indüksiyonu, daha sonra hastayı uyandırarak transtaki kazanımların entegrasyonu ve bilinç düzeyine çıkarılması için yapılan hipnotik olmayan terapidir.

Bazen aynı seansta bir saat içinde hipnotik ve uyanık durum arasında dönüşümlü olarak birkaç kez gidip gelme sağlanarak da tedaviye devam edilebilir.

Bazı terapistler ise genellikle bir seansta hipnoterapi, sonraki birkaç seansta uyanık psikoterapiyi tercih ederler.

Terapi tıkandığında, hastada bir direnç oluştuğunda, hastanın da hipnozu istemesi kaydıyla hipnozu kullanmak oldukça faydalı olacaktır.

Genellikle haftada bir ya da iki kez birer saatlik uygulamalar birçok hasta için yeterlidir.

Son söz:

Hipnoz indüksiyonu yapmayı hemen herkes öğrenebilir. Asıl zor ve hasta için yararlı olan ise bu tekniği faydalı ve terapötik şekilde yapabilmektir. Usta olmayan ellerde hipnoterapi bumerang gibi hastayı vurabilir.

Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi, Hipnoz Merkezi Antalya, Antalya Hipnoterapi.

Hipnoterapist ve Psikiyatrist Emine Filiz Uluhan.