0242 311 44 33
Anksiyete bozukluklarının tedavisinde trisiklik antidepresanlar, seçici serotonin geri alım inhibitörleri, fenelzin ve alprazolam gibi ilaçlar yoğun olarak kullanılsa da ilaçların kesilmesini takiben (özellikle panik bozukluğunda) % 25-80 nüks görülebilmektedir.
Bu nedenle farmakoterapi dışı etkili tedavi yöntemleri arayışı olmuş, bilişsel-davranışçı terapi ön plana çıkmıştır. Bilişsel-davranışçı yaklaşım anksiyete bozukluğunun tedavisi yanında anksiyete kavramını anlamamıza da büyük yardımcıdır.
Anksiyete bozukluklarının tedavisinde bilişsel terapiler 6-16 seanslık kısa psikolojik tedavileri içerir. Burada temel dayanak öfke, mutsuzluk, anksiyete gibi olumsuz duyguların, yaşanan olaylardan çok, olaylarla ilgili olarak yapılan yorumların sonucu olarak ortaya çıktığıdır. Fiziksel ya da ruhsal bir tehdit veya tehlike algısı-yorumu anksiyete doğurur.
Herhangi bir durum ya da duyum tehlikeli olarak algılandığında bedensel, bilişsel ve davranışsal değişikliklerle giden tepkiler verilir. Bu durum aslında bize genetik miras olarak aktarılmış, gerçekten tehlikeli çevresel etkenlerden korunmaya yönelik evrimsel bir süreçtir. Anksiyete bozukluğunda ise tehlike gerçek olmaktan çok zihinsel bir imge, verilen tepki ise uygunsuz ve abartılıdır. Amacını aşan bu durum çeşitli kısır döngüler oluşturarak psikiyatrik bozukluğa yol açar.
Anksiyete bozukluklarında iki tür kısır döngüye düşülür.
Psikoterapilerde öncelikle o ruhsal patolojinin oluşumu ve devam etmesinde rol oynayan etkenler saptanır, bir yandan temel patolojiye odaklanırken, diğer yandan da hastalığın devamında rolü olan etkenler devre dışı bırakılmaya çalışılır.
Anksiyete bozukluklarında ortak bilişsel özellikle şunlardır.
Anksiyete hastaları tehdit ve tehlike olarak algıladıkları ortam ve durumlardan defalarca herhangi bir zarar görmeden kurtulmuş olmalarına rağmen benzer ortam ve durumlardan tedirgin olurlar. Buna psikiyatri literatüründe nevrotik paradoks denir. Hasta gerçeği doğru biçimde göremez. Otobüste panik atak geçirip kendini dışarıya atan hasta, panik atağın öldürmeyeceğini kabullenmezken, bir zarar görmemesinin nedenini tam zamanında otobüsten çıkmasına bağlar. Kalabalık ortamda komik duruma düşmekten korkan sosyal fobik bir hasta, utanç verici bir duruma düşmemesini konuşmalara katılmayıp sessiz kalmasına bağlar.
Psikoterapi boyunca güvenlik sağlamaya yönelik davranışların anksiyetenin devamındaki rolünü kavrayan hasta davranış terapisinden etkin olarak yararlanacaktır. Bu amaçla, hastadan anksiyetesini kontrol etmek yerine, olabildiğince arttırmasını sağlayacak alıştırmalar yaptırılır. Böylelikle yalnızca korkulan sonuçların oluşmadığı değil, anksiyetenin kendisinin de tehlikeli olmadığı gösterilmiş olur.
Anksiyete bozukluklarının tamamında tehdit ve tehlike algısı mevcuttur. Fobik hastalar için belirli bir durum, nesne ve işleve ilişkin, panik atak hastaları içinse bedensel duyumlara karşı tehlike algısı temeldir. Hastalık hastaları (hipokondriyak hastalar) ciddi bir hastalık geçireceklerine ilişkin kaygı duyarken, OKB’ li hastalar zarar oluşturmaktan korkarlar. Sosyal fobikler sosyal ortamlarda küçük düşecekleri, utandırılacakları korkusunda iken yaygın anksiyete bozukluğunda temel tehdit belirsizliktir.
Sonuçta tüm anksiyete bozukluklarında abartılı biçimde tehdit ve tehlike algısı vardır, hastalar olumsuz sonuçların oluşma olasılığını en yüksek düzeyde algılarlar. Olumsuzluklar felaketle sonuçlanacaktır, bunu önlemek için de kaçınma davranışlarında (zihinsel ve davranışsal) bulunurlar. Bu hastaların çoğu felaketle sonuçlanabilecek gerçek hastalıkları olduklarına inandıklarından uzun süre ruhsal tedavilere yanaşmayabilirler.
Bilişsel-davranışçı terapiler, öğrenme kuramı gibi bilimsel temellere oturmaları deneysel ve kanıta dayalı olmaları, nesnel olarak değerlendirilebilmeleri, kolay anlaşılır ve kolay uygulanabilir olmaları, kısa sürede etkili ve ekonomik çözümler sağlamları nedeniyle anksiyete bozukluklarının tedavisinde özel öneme sahiptirler.
Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi, Psikiyatrist ve Psikoterapist Emine Filiz Uluhan.