Ruhsal Yapı ve Bileşenleri

1-İD: Bebek göbek kordonunun kesilmesiyle birlikte, bağımsız bir birey olarak dünyaya gözlerini açmakta ve hayat mücadelesine başlamaktadır.

Bebeğin genetik olarak şifrelenmiş bir programla varlığını koruma ve idame ettirmesi, bir takım dürtüsel ve içgüdüsel ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekleşir.

Açlık, susuzluk, korunma gibi temel ihtiyaçları ancak bakıcıları vasıtasıyla mümkün olan bebek, içgüdüsel davranış ve dürtüler yoluyla anneye (bakıcıya) mesajlar gönderir. Bebeğin spontan olarak memeye yönelmesi, id’in ilk kaynağını oluşturur. Artık ötekine ihtiyaç dönemi başlamıştır. İlk dürtüsel nesne arayışı meme olup, id memeye yönelmekte, memeyi alıp emdiğinde rahatlamakta ve denge haline gelmektedir.

İlk başta açlık, beslenme amacıyla başlayan daha sonra farkındalıkların artmasıyla çeşitlenen dürtü ve içgüdülerin nesneye yönelik tüm eylem, duygu ve hareketleri İD olarak tanımlanır.

Tüm yaşam boyunca dürtüler hedefini bulup, gerçekleştirme amacını güder. Fakat hedefe yönelik talepler ego, gerçeklik ve süperego tarafından değişik engellere takılarak, bazen tamamen engellenecek, bazen de revize edilmek durumunda kalacaktır.

Dürtüler hedeflerine ulaştıkça, kişi yük ve gerilimden kurtularak organizma rahatlayacak, hedefinden uzaklaşıp ihtiyaçlar karşılanmadıkça da sanal bir cehennem hali yaşanacaktır.

İd’in memeyle başlayan yolculuğu olgunlaşıp, kompleks nitelikler kazanarak yaşam boyunca hedeflerine ulaşmak için gelişimsel bir seyir izler.

İd tamamen kör ve gözleri kapalı iken zaman içinde farklılaşmakta, gerçekle yüz yüze gelmekte, realiteyi özümsemekte ve onunla uyum sağlamaktadır.

Sağlıklı bir ruhsal gelişim için beynin biyolojik gelişimiyle, ruhsal aygıtın yapısal gelişimi paralel bir yol izlemelidir. Beyin 18-20 yaşlarında biyolojik yapı ve gelişimini tamamlarken, ruhsal yapı ve dinamikleri yaşam boyunca değişim ve gelişim göstermektedir. Bu da psikoterapinin temellerini oluşturur.

İd’in yaşamsal niteliği hazza yöneliktir.

İd’de zaman, mekân, mantık, ahlak, suç ve ceza yoktur.

2- EGO: Ego, ruhsal yapının gerçeklik yönünü temsil eden benlik kısmıdır. Bebeğin memeyi emebilmesi için öncelikle bir memeye, zamana ve emeğe ihtiyacı olduğunu fark etmesiyle, egonun ilk temelleri atılır.

Gerçeklik ilkesini algılayıp, buna uyum gösterebilmek beynin biyolojik ve zihinsel olarak belli bir olgunluğa gelmesini gerektirmektedir. Bebeğin uzun gelişim sürecinde id’den farklılaşan ego gitgide gelişerek farkındalık ve bilinç kavramını geliştirir.

Anne veya nesne gözünün önünde veya yanında olduğu sürece onun var olduğuna inanan bebek, zaman içinde onun yokluğunda geçici telafi edici bir mekanizma geliştirir. Takip eden süreçte gözden kaybolan nesnenin sadece başka bir yere gittiğini çıkarımlayarak mantıksal bağlantıyı kurar.

Gitgide yetkinleşen ego zaman kavramını, mekânın üç boyutlu yapısını, mantıksal kurguyu, olaylar arasındaki bağlantı ve ilişkileri, somut bilgiden soyut bilgi çıkarmayı öğrenir.

Bilgiler arasında bağlantı kurma, sistematik yapılandırma, akıl yürütme, çıkarım yapma ve soyut düşünme özellikleri hiyerarşik bir şekilde gelişerek farkındalık, bilinç ve düşünce yapısı ortaya çıkmaktadır.

Bu gelişim sürecinde içten ve dıştan gelen her türlü uyaran, zihinde kodlanarak maddeselleşmektedir. Bu dinamik bir süreç olup, zihinsel yapı sürekli yüklenmekte ve yenilenmekte, dışsal dünyadaki her olayın beyinde bir izdüşümü olmaktadır.

İç dünyadaki zihinsel yapı zaman zaman dış dünyadan gelen materyali çarpıtabilmekte, değiştirebilmekte, azaltıp, çoğaltabilmektedir. Bu egonun bütünlüğünü korumaya yönelik genetik bir özelliktir.

İd’in dürtüleri hiçbir zaman sonsuza kadar baskı altında tutulamaz. Sağlıklı bir ego, id üzerindeki kontrol görevini yaparken, id’i belirli bir dereceye kadar memnun etmek ve onun dürtülerine ahlaki, etik, toplumsal değerlere uygun alternatif yollar bulmak durumundadır. Çevreyi tatmin edemeyen, ona uyum gösteremeyen ego, sosyal varlık olarak yaşayamaz.

Ego, tüm bu dengeyi sağlarken aynı zamanda süperego’yu da hoşnut tutmak durumundadır. Süperego, kimliğimizi temsil eden değer yargılarımızın, bizden istediklerini yerine getirme fonksiyonudur.

3-SÜPEREGO: 3 yaşından itibaren süperego fonksiyonları da oluşmaya başlar. Süperego, gerçekliğin ötesinde ebeveynlerinin çocuktan beklediği doğru, yanlış ve davranış kalıplarının içselleştirilmesi, yani anne-babanın tasarımsal olarak içeri alınmasıdır.

3 yaşa kadar id’in dürtülerini tatmin ederken, egonun şart ve beklentilerine uyum gösterilirken, 3 yaştan sonra reel şartlar uygun dahi olsa, anne babanın onayına ihtiyaç ve zorunluluk hisseder. Bu noktada ayıp, günah, yasak gibi kavramlar kendini hissettirir.

Aile tarafından temel içgüdü ve dürtüleri baskılayacak çok katı bir değerler sisteminin yüklenmesi, çok katı ve baskıcı bir süperego oluşumuna neden olur. Nefes alamayan ego, dürtülerin açığa çıkmasını tamamen engelleyerek bir takım ruhsal patolojilere sebep olur.

Dürtülere serbestçe boşalma imkânı veren, değer yargılarını ve gerçekliği yadsıyan veya hileli yollarla atlayan bir yaklaşım ise süperego gelişimini engelleyerek antisosyal kişilik gelişimine yol açar.

Süperego toplumsal yaşamın devam edebilmesi için insanın kendi sınırlarını çizen, onu bir noktada durduran bir kabuktur. Bu kabuğun kırıldığı durumlarda kişi hayvani duygularına yenik düşebilmekte, dürtü ve öfkelerinin esiri olabilmektedir. Hukuğun ortadan kalktığı savaş gibi durumlarda yapılan katliam ve işkenceler, ancak süperego zayıflığı olan kişilerin yapacağı eylemlerdir.

Süperego çoğu zaman vicdanla eş anlamlı kullanılsa da, vicdandan daha geniş kapsamlıdır. Ödül ve ceza veren bir denetim ve yargı sistemi gibidir. Herhangi bir iyilik, hayır veya güzel bir şey yaptığımızda duyduğumuz huzur, mutluluk, ferahlık hissi, süperegonun bize hissettirdikleridir. Birine karşı yaptığımız bir kötülük, verdiğimiz zarar, yaptığımız haksızlıktan sonra uykumuzun kaçması, huzursuz olma, bunaltı basması gibi duygular yine süperegonun eseridir.

Özetlersek; id dürtülerin tatminini isterken, süperego dürtülerin baskılanmasını talep eder. Realite ise bu dürtülerin uygun yer ve zamanda, gerçeklik çerçevesinde deşarjını gerektirir. Ego, bu döngü çerçevesinde (id, gerçeklik, süperego) yaşam bulur.

Psikolojik sorunları, psikiyatrik rahatsızlıkları anlamak ve değerlendirmek ruhsal yapıyı iyi bilmekle olur.