Kıskançlık Psikolojisi

Yürümeye başlayan ve ilk kez anne babası tarafından engellenen bebekte kıskançlığın ilk tohumları atılır. O zamana kadar ağlayınca emzirilen, altı ıslanınca temizlenen, bir dediği iki edilmeyen bebek, merdiven başında düşeceksin diyerek engellenince güç dengesinde anne ve babasının ağır bastığını acıyla fark eder. Bu ayrılma ve bireyselleşmenin uzlaşma devresinin başlangıcıdır. Bu dönüm noktasının krize dönüşüp dönüşmemesi ebeveynlerin tavrına bağlıdır. Anne baba yeterlilik, bağımsızlık ve üstünlük duyguları açısından çocuğun iç gücünün gelişimine olanak tanırlarsa, çocuk ileride kendini daha iyi hissetmek için başkaları üzerinde güç kurma fantezisi geliştirmez.

Güç ve kıskançlık evrensel değerlerdir. Kıskançlık bireyin, kendi benliğini diğerleriyle karşılaştırmasıyla olur. İnsanın diğerinde olan bir şeye sahip olmadığını fark etmesiyle kıskançlık tohumları atılır. Kıskançlık insanı yiyip bitiren bir tutku haline gelmemelidir. Değerli olan her şey saldırmaya dönen bir kıskançlık, mevcut olanı alma yolunu da keser.

Anne baba çocuk karşısındaki gücünü ne kadar kötü kullanırlarsa, o kadar nefret ve kıskançlık duyulacak ve ileri dönemde hayatını o derece olumsuz etkileyecektir. Bu aynı zamanda o gücü yıkma arzusunu da arttırıcı bir faktördür. Fakat bu durum aynı zamanda gereksinim de duyulan anne babayı, bilinçli-bilinçsiz öldürme, yok etme dürtüleriyle suçluluk ve tedirginlik doğuracaktır. Bunun sonucunda da gücün savunucu bir şekilde reddi ve güçsüzlük tavrı gözlenebilir. Bu güçsüzlük ve aşağılık duygusu da kıskançlık duygularını körükler.

Kıskançlığı denetlemeye yönelik bir tepki kıskançlık duyulanı hor görme yaklaşımıdır. “Kedi uzanamadığı ciğere mundar der” atasözü bu durumu özetlemektedir. Birey kendine özgü bakış açısıyla, imrenilecek bir şeyi bozarak kıskanılacak bir şey olmadığına kendini ikna etmektedir.

Yıkıcı kıskançlığa şöyle bir örnek verebiliriz. Kocalarının aile sistemi içindeki güçlerini veya bilinçsiz olarak onlara atfettikleri gücü abartan bazı kadınlar, kıskançlığın nesnesi olarak onları yıkma davranışına girebilirler. Bu amaçla kocalarını hor görüp, onları çocukları gözünde küçültmek için çaba gösterirler. Bu sayede çocuklar babaları tarafından sevilmekten gurur yerine utanç duyacaklardır. Bu gerek erkek, gerekse kız çocuklar için büyük sorunlar doğurmaya aday bir durumdur. Kimlik arayışındaki erkek çocuk babası gibi değersiz olmak istemediğinden onu örnek almaz ve erkeklik konusunda çatışmalar yaşar. Annesiyle özdeşleşme yolunu seçerse erkek kimliğini red yoluna girebilir. Bunu yaparak, kıskançlığı sebebiyle eşini iyice küçülten anne kendini daha güçlü hissetmektedir.

Güç kıskançlığını cinsiyete özel niteliklerle bağdaştırırsak kadınlarda penis kıskançlığı, erkeklerde rahim kıskançlığı olarak tarifleyebiliriz. Kıskanılanın mutlaka üstün olması gerektiği fikri doğru olmayan bir varsayımdır fakat kıskanılan kıskananın zihninde daima daha üstündür. Kadının erkeğin gücüne duyduğu kıskançlık ile erkeğin kadına hayranlıktan duyduğu korku dolu kıskançlık birbirinin panzehiri gibidir. Birçok kadın erkekliğin uğraşan ve çabalayan tarafını istemeden erkeklerdeki saldırganlığa sahip olmak istediklerini ifade ederler. Bazı kadınlar, erkekleri kıskanmak zorunda kalmamak için kendi sağlıklı ve içsel güçlerini açığa çıkarıp kullanmayı tercih ederken, bazıları kolay yolu seçip güçlü erkeğe bağlanıp onun gücünü paylaşırlar. Fakat bu ikinci durum çoğu kadında kendi gerçek güçsüzlük duygusunu yok etmemekte ve kocasının verebilmesini istediği şeyi sürekli kıskanmasına neden olmaktadır. Birçok aile içi eşler arası çatışmada da bilinçli ya da bilinçdışı bu yatar.

Kıskanılan güç olumsuz duygularla, korku ve nefretle ilişkilidir. Olumlu duygular, sevgi ve güvenle sarılı bir güç ise kıskanılmaz. Bunun çalınması ya da yıkılması, yok edilmemsi gerekmez. Bu sağlandığı takdirde kadın-erkek ilişkileri doğru yolda ilerler.

Denetimi elinde tutan güçlü bir anne, zayıf baba kombinasyonunda kız çocuğun penis kıskançlığı geliştirme olasılığı zayıftır. Bu durumda çatışma anneyle ve diğer kadınlarla olacaktır. Annenin gücüne duyulan kıskançlık kız çocuklarının gelişimini daha fazla bozar. Genç kız güçten nefret ediyorsa annesiyle özdeşleşmek istemeyecek veya kendisi güce sahip olmak istemeyecektir. Böylece güçsüzlük yolunu seçerek başkalarının gücünü kıskanan ve onlardan nefret eden tavırlar sergileyecektir. Zayıf erkekleri değersiz bulup, güçlü kadınların çekimine kapılsa da onlarla da sevgi dolu bir ilişki kuramazlar.

Bazı kızlarda, babasının gücü bir mutluluk ve memnuniyet kaynağı olarak kendilerini çok özel hissettirir ve o güç çalınmak ya da yıkılmak istenmez. Bu edilgen ve alıcı durum kız büyüdükçe sorun haline gelebilir. Sadece edilgen ve alıcı durumda mutlu ve huzurlu olabilir. Erkeklere atfettiği, güçlü baba karakterine duyulan hayranlıktan kaynaklanan bu güç bir süre sonra rahatsızlık vermeye başlayabilir ve bir zamanlar hayranlık duyduğu gücü kıskanmaya başlayabilir.

Sevdiği kadının gücünü kıskanan erkek onun kendi üstünde sahip olduğu gücü de kıskanır. Kadını eleştirmesi, onu küçük düşürmesi, onu işe yaramaz hale çevirmesi, erkeğin dayanılmaz kıskançlığından ve yetersizlik duygularından kaynaklanır. Bir süre sonra kadını etkisiz, güçsüz, pasif hale getirip, kıskanılmayacak biri yaptıktan sonra onun kendine yük olmasını problem yapar. Erkeğin kadınını yüceltmesiyle başlayan ilişki bir süre sonra tüm özelliklerinin ona battığı ve aralıksız eleştirildiği bir ilişkiye döner. Erkek kendi gücünü ve gururunu yeniden kazanmak için göklere çıkardığı kadını yere indirmek zorunda kalmıştır.

Kıskançlık eninde sonunda iyi olanı küçültmek zorundadır. Hayranlık duyulan kişi sadece kıskançlık uyandırdığı için otomatikman kötü algılanır. Böylece iyi kötüye çevrilir. Kötü ve zayıf olması nedeniyle kıskanılmayan kişi de iyi olarak algılanır. Bu bir paradokstur. Örneğin; zayıf karakterli, şefkatli bir baba, otoriter ve katı bir anneye göre çocuklar tarafından daha fazla sevilebilir fakat güçlü olmak zayıf olmaktan daha fazla istendiğinden çoğu kez güç için sevgiden vazgeçilip anneden yana tavır alınabildiği gözlenmektedir.

Kıskançlık, güç dengesi orantısız olduğunda, denge terazinin bir kefesine ağır bastığında gelişir. Güçsüz eş bu dengeyi sağlamanın tek yolunun diğerini yıkmak veya bir takım taktiklerle onun gücünü çalmak olduğuna inanabilir. Asıl yapılması gereken ise güç paylaşımıdır. Bazı kişilerse bilinçli ya da bilinçdışı güç çalma ya da yıkma dürtüsünden duydukları suçluluk ve tedirginlik nedeniyle savunucu tutum takınarak güç sahibi olmayı reddederler. Bu kişiler bir türlü büyümeyen, sorumluluk almaktan kaçınan bağımlı tiplerdir.

Ergenlikte aşılması gereken en büyük sorunlardan biri anne babasına kötü bir şey yapma, onlara zarar verme gibi suçluluk duygularına girmeden kendi gücüyle ebeveynlerinin gücünü kırma durumudur.

Bazen kişi “eğer ben diğerlerinin gücünü ve başarılarını bu kadar kıskanıyor ve nefret ediyorsam, diğerleri de gücüm ve başarım karşısında beni kıskanacaklar ve nefret edecekler” diye düşünür. Bu kıskanılma korkusudur. Kıskanılma korkusu insanın kendi kendini sabote etmesine yol açabilir. Böylece kişi hep sevilecektir. Terfi edeceği gün sabah saati kurmayı unutup, o günkü sınavı kaçıran bir çalışanı buna örnek verebiliriz.

Kıskançlıktan korunma amacıyla bazen sahip olduklarını küçültme, kendi gücünü, başarısını az gösterme, ince zevklerini ortaya koymama gibi yaklaşımlar da sergilenebilmektedir. Kıskançlığı hayatlarının merkezine yerleştiren bireyler bir kısır döngüye kapılarak kendilerini sürekli güçsüz hissetmeye devam ederler ve neticede benlik saygıları da giderek azalır.

Şu ünlü deyişle sözümüzü noktalayabiliriz. “Kıskanç birine yapabileceğiniz en büyük kötülük ona iyilik yapmaktır.”