Psikanaliz

Freud (1856–1939) "Hayatın yüzeysel ya da görünür seviyesi, zihin faaliyetinin yüzey toprağıdır" diyerek hayatın büyük bölümünün bilinçdışı seviyede gerçekleştiğini öne sürerek, psikanalizin temellerini atmıştır.

Psikanalitik yaklaşım birçok psikoterapi metodu doğurmuş olmakla birlikte günümüzdeki modern versiyonu psikodinamik psikoterapidir.

Psikodinamik psikoterapide psikanalizin çok uzun ve sık uygulama periyodu haftada bir veya iki olacak şekilde pratiğe indirgenmiştir.

Bilinçdışı farkındalığı bulunmayan zihinsel bir durumdur. Buradaki bilişsel ve duygusal süreçler hastanın davranış ve tepkilerini şekillendirmektedir.

İç çatışma (psişik çatışma) bilinç olmadan ruhta ortaya çıkan farklı algı ya da duygu çelişkileridir. Bu da problemli bir davranış ya da semptom olarak gün yüzüne çıkmaktadır.

Bilinçdışı korku ya da tehlikeli beklentilere savunma mekanizmaları dediğimiz otonomik tepkiler veririz. Bu savunmalar gerçekliği gizler ya da saptırırsa problem olarak ortaya çıkar.

Freud kişilerin geçmiş deneyimlerinde yaşadığı duyguların şimdiki zamandaki ilişki ve yeni durumlara yön ve şekil vermesini aktarım olarak isimlendirmiştir. Aktarım, hatıralardan çok, geçmişin bir şekilde tekrarıdır. Karşı aktarım ise terapistin hastaya verdiği tepkilerdir.

Serbest çağrışım tüm duygu, hayal, rüya ve fantezileri içine alan aklına geleni söyle cümlesinde şekillenen psikanaliz sürecin başlangıç safhasıdır. Rüyaları, aklın bilinçdışı hareketlerini öğreten muhteşem bir yol olarak tarifleyen Freud, rüya yorumlarına psikanalitik tedavide özel bir önem vermiştir.

Psikanalitik terapistler çocukluk deneyimlerine özel önem verip, şimdiki kişisel gelişim, duygusal kırılma ve ilişkilerdeki rolünü araştırırlar.

Psikanalitik psikoterapide bireyin sıkıntı ve duygusal problemleri eski hatıraları, rüya, fantezi ve duyguları ile birleştirilerek içsel kaynaklarını keşfetmesi ve kendiliğin bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkarılması hedeflenir.