İletişim Çatışmalarının Nedenleri

İnsanlarla sağlıklı iletişim kurmayı engelleyen, kişilerarası iletişim çatışmalarına neden olan temel faktörler şunlardır.

1)Bilişsel yapı:

Algı, hatırlama ve düşünmeyi içeren zihinsel faaliyetler biliş olarak adlandırılır.

Duygularımızla elde ettiğimiz verilere yüklediğimiz anlamlar, iyi-kötü tüm anılar, unutmak istediklerimiz, unutur gibi olduklarımız, hiç unutmak istemediklerimiz, kendimiz, çevremiz ve diğerleri ilgili yerleşmiş düşünce, inanç ve şemalar kişilerarası iletişimi doğrudan etkilemektedir.

Bilişsel etkinliklerin gücü ve zenginliği kişinin popülaritesini belirlemede önemli bir yere sahiptir. Yerinde ve zamanında yapılacak bir şaka, anlatılacak bir fıkra, kişileri ismiyle hatırlamanız kişilerarası iletişimde çok işinize yarayacaktır.

Bilişsel çarpıtmada kalıplaşmış düşünceler:

Düşünceler, duygu ve davranışları etkileyip, yönlendirebilmektedirler. Akılcı ve gerçekçi olmayan olumsuz düşünceler ruhsal sorunlara yol açabilir, sağlıklı iletişim kurmamızı engeller.

Yolda karşılaştığımız bir tanıdığın gülümseyerek selam vermesi, herkeste mutluluk ve değerlilik hisleri uyandıracaktır. Başka bir tanıdığınız telaşından ya da görmemek istediğinden selam vermeden geçtiğinde ne düşünürsünüz? Düşünme tarzınız, “kimse beni sevmiyor, yakında hiçbir dostum kalmayacak, ben değersiz biriyim ki beni görmezden geldi” ise bu ruh sağlığını bozabilecek, akılcılık ve gerçeklikten uzak bir düşünme tarzıdır. Bunlara kalıplaşmış hatalı düşünceler diyoruz.

Gerçekçi ve akılcı olmayan düşünce yapılarının işlevsel olanlarıyla değiştirilmesi, psikiyatride bilişsel terapilerin ana konusudur.

Yukarıdaki örnekten devam edersek, sağlıklı bir düşünce yapısı, karşıdan gelen tanıdığın acelesi ve dalgınlığından dolayı sizi görmediğini düşünür ya da dost bildiğiniz bu tanıdık size yüz çevirmiş olsa bile siz sevilmeye layık, değerli birisiniz ve bazılarının sizi sevmemesi dünyanın sonu değildir, herkes herkesi sevmek zorunda değildir, sizi seven pek çok insan vardır.

  • Sevilen ve değerli biri olmam için başkalarının onayını almam ve iyi bir insan olmam gerekir.
  • Herkes bana benim istediğim gibi davranmalı, bana karşı kibar, iyi niyetli ve düşünceli olmalı, aksi halde onlar kötüdür ve cezalandırılmaları gerekir.
  • Ben her şeyin en iyisine ve güzeline layığım. Hayat bana hep iyi ve güzel olanı kolayca vermeli, istemediklerimi vermemeli.

Bu üç düşünce tarzı, bütün kalıplaşmış düşüncelerin temelini oluşturur. Kalıplaşmış düşüncelerden bazıları şöyledir.

a)Aşırı genelleme:

Bütün ile parça arasındaki farkı görmeyi engelleyen, “herkes, her zaman, daima, asla, hiçbir zaman” tarzı genellemeler iletişimi bozar, gelişimi engeller.

“Bütün dindarlar yobazdır”, “Her alkol alan dinsizdir”, “Her zenginliğin altında bir haram vardır”, “Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al”, “Uzundan değil gö… yere yakın olandan korkacaksın” gibi kültürel öğretiler ve “Bütün talihsizlikler beni bulur”, “ “Hiçbir zaman başarılı olamayacağım”, “Ben adam olmam”, “Sen adam olmazsın” gibi kendimize ve diğerlerine karşı katı ve olumsuz tahminler aşırı genellemelere örnek verilebilir.

b)Ya hep ya hiç tarzı düşünme:

Olaylara ve insana yönelik tutumlar uç noktalarda sabitlenmiştir. Birey, olayı siyah ya da beyaz gibi iki kutupta görür, ara ton hiç yoktur. Bu kişilerde “kısmen” algısı bulunmaz.

Can ciğer kuzu sarması olduğunuz iş arkadaşınızdan borç para isteyip alamadığınızda, aranızdaki iyi ve güzel tüm yaşanmışlıklar bitiyor, “Ne o benim ölüme gelsin, ne de ben onun ölüsüne giderim, bundan böyle yüzünü şeytan görsün” moduna giriyorsanız, bu kutuplaşmış bir düşünce tarzı, yani ya hep ya hiç tarzı düşünmedir.

Kimse çok iyi ya da çok kötü değildir. Önemli olan iyinin içindeki kötüyü, kötünün içindeki iyi ve doğruyu görebilecek esnekliğe sahip olmaktır.

c)Kişiselleştirme:

Bazılarımız, sorumluluğu olmadığı birçok konuyu üzerine alınır. Burada bir alınganlık, kendi kendini suçlama söz konusudur. Özellikle doğu toplumlarında açık iletişim yerine imalı iletişimin tercih edilmesi kişiselleştirme (üzerine alınma) olgusunu arttırmaktadır. “Kızım sana diyorum, gelinim sen anla” atasözümüzün kültürel öğretisi insanlarımızın kişiselleştirme ve alınganlık eğilimlerini arttırmakta, buluttan nem kapmamıza sebep olmaktadır.

Kişiselleştirme kalıbında düşünen birey, misafir tok olduğu için tabağındakini bitirmediğinde yemeklerinin beğenilmediğini düşünmekte, misafir de çoğu kez ev sahibi alınır düşüncesiyle her şeyi bitirmeye çabalamaktadır.

Dolayısıyla küçük ipuçlarından büyük sonuçlar çıkarmaya dayanan kişiselleştirme, iletişimi bozmakta, kendini suçlayan bireyin ruhsal dengesi sarsılmaktadır.

d)Meli, malı tarzı mutlakçı düşünme:

Mutlakçı düşünme, edindiğimiz kuralların asla değişmeyeceği fikrine dayanır. Birey anne-baba benlik durumunun bir parçası haline getirdiği içsel kurallara sıkı sıkıya bağlanır. Kişi kendi yarattığı “meli, malı” lar çerçevesinde yaşarken başkalarının da bunlara uymasını ister, buna zorlar, hatta aklından geçenlerin herkes tarafından hissedilmesini arzular. Günlük yaşamı katı kurallarla yaşamak bireye aşırı yük bindirerek ruhsal dengesini bozarken, çevresiyle olan iletişimini de olumsuz etkiler.

“Evim her zaman derli toplu olmalı”, “Herkes beni sevmeli”, “Her zaman en başarılı ben olmalıyım”, “Hiç hata yapmamalıyım”, “Kimseyi kırmamalıyım”, “Kimse bana haksızlık etmemeli”, “Hiçbir randevuma geç kalmamalıyım”, “Ne istediğimi, ne hissettiğimi anlamalı”, “Ne yapıp edip ben istediğimde burada olmalıydı”, “Bana güvenmeliydi” gibi önermeleri mutlakçı düşünmeye örnek verebiliriz.

e)Değiştirme gayreti, değişime zorlama:

Bazılarımız herkesin kendisi gibi düşünmesini ister, insanları değiştirmeye hakkı olduğuna inanır. Karşısındaki, onun kafasındakilere göre davranmadığında öfkeye kapılabilir. Birey, her zaman her şeyi değiştirebileceğini sanmakta, tersi durumda kendini engellenmiş hissederek sinirlenmektedir.

Çevreyi ve diğerlerini değiştirme gayreti içinde olanlar, bunun için kendilerinde hak iddia edenler, kendileri değişmeye direnç gösterirler. Dünyayı değiştirmeye çalışırken önce kendimizden başlamak gerektiği her zaman unutulur.

Diğerini değiştirme gayreti özellikle evliliklerde ciddi sorun yaratmaktadır. Evlilik öncesi birbirlerinde bazı kusurlar bulmalarına rağmen, evlenince ben onu nasıl olsa değiştiririm fikri, yapılan en büyük hatalardandır. Evlilik terapilerinde buna sıklıkla rastlıyoruz. Özellikle evlilik sorunlarında, bireylerin eşlerini değiştirme gayretinden biraz fedakârlık ederek, kendilerini de değişime zorlamaları hayati derecede önemlidir.

f)Aşırı fedakârlık:

Kendi isteklerini bir kenara iterek başkalarının istediği gibi davranmak, aşırı fedakâr bir yaklaşımdır. Bir gün pişman olacak düzeyde fedakârlıkta bulunmak ruhsal dengeleri bozmaya adaydır. Görünürdeki uyumluluk, büyük bir öfke birikimiyle patlama ve çatışmalara yol açabilir.

“Ne yaptımsa sana yaranamadım”, “Senin için saçımı süpürge ettim ama nafile” cümlelerini bu sıkıntının dışa yansımasına örnek verebiliriz.

g)Pişmanlık duyma, keşkecilik:

Geleceğe ilişkin kaygılarla, geçmişe ilişkin pişmanlıklar, bu günü yaşamanın önündeki en büyük engellerdir. Geçmişe takılıp kaldığımız anda önümüzü göremeyiz.

“Keşke oraya gitmeseydim”, “Keşke onunla konuşmasaydım”, “Keşke onu görmeseydim”, “Keşke zamanında çalışsaydım”, “Keşke iki laf söyleyip ağzının payını verseydim”, “Keşke bu mesleği değil de o mesleği yapsaydım” tarzı düşünce yapısı büyük sıkıntı kaynağı ve çatışma sebebidir.

h)Özellikler ve roller arasında ayırım yapamamak:

Bazılarımız sahip oldukları özellik ve roller arasında ayırım yapamazlar. Bu kişiler bazı özelliklerinden ya da yanlış yaptıkları bir şeyden dolayı eleştirildiklerinde kendilerini toptan kötü algılarlar.

O günkü saç modeli beğenilmeyen genç kızın kendini çirkin hissetmesi, işinde yaptığı bazı hatalardan dolayı uyarılan bir çalışanın kendini işe yaramaz biri olarak algılaması, o gün yemeğin tuzunu fazla kaçırınca yemeği güzel olmayan bir ev kadınının kendini kötü bir anne ya da kötü bir eş olarak algılaması gibi örnekler, sahip olunan özellik ve rolleri ayırmamaktan kaynaklanmaktadır. Bu bireyler için sahip oldukları her şey benliklerinin bir parçasıdır. Ondan dolayı en küçük bir kayıp ya da eleştiri, kişide onarılmaz yaralar açar ve çatışma yaratır.

Yukarıda belirttiğimiz kalıplaşmış düşüncelerin biri veya birkaçının bulunduğu kişi rahatlıkla iletişim çatışması yaşayabilmektedir. Bilişsel davranışçı yaklaşım, kalıplaşmış düşünceleri çözümlemeyi hedef almıştır ve böylelikle psikiyatride bilişsel davranışçı psikoterapi ekolü doğmuştur. Psikiyatrist ve psikoterapist olarak kişilerarası iletişim çatışmaları, aile ve evlilik terapilerinde bilişsel davranışçı yaklaşımı sıklıkla tercih ediyoruz.

2)Algı:

Duyusal verilerin anlamlandırılma süreci algılama olarak adlandırılır. Verilen tepkiler uyaranların nasıl algılandığına bağlıdır. Eğitim, öğretim, içinde yaşanılan kültür ve geçmiş yaşantılara bağlı olarak aynı kelime birimiz için hakaret sayılabilirken, diğerimiz için şaka olarak algılanabilir. Yüz ve beden hareketleri, ses tonu gibi sözsüz iletişimler de farklı yorumlara açıktır. Her çeşit algı kişilerarası iletişimi doğrudan etkilemektedir.

3)Ek olarak duygusal yapımız, bilinçdışı yapımız, kişisel ihtiyaçlarımız ve iletişim becerilerimiz de kişilerarası iletişimde rol oynamakta ve iletişim çatışmalarına yol açabilmektedir.

Psikiyatrist ve Psikoterapist Filiz Uluhan

Antalya Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi